27 Temmuz 2010 Salı

ÇOCUK CIVILTISI MI VELET BÖĞÜRTÜSÜ MÜ?

Yaşlılara çok yüklendim, farkındayım. Bir gün ben de yaşlanacağım ve kim bilir nasıl olacağımı düşünmek bile istemiyorum. Umarım tırtına gelmiş ama halen gençlerle şakalaşıp kendini onlardan biri sanan; kendini çok çılgınmış, enerjikmiş gibi yansıtmaya çalışan zavallılardan olmam! Gerekirse bej rengi keten pantolonumu mideme kadar çekip beyaz kemerle tutturur, köşeme geçer otururum elimde ‘mecmua’ ile.

Bu sempati, biraz da empati nereden çıktı şimdi değil mi? Kendilerine hak vermeye başladığım bir noktayı fark ettim bu yaz.

Kimilerine göre “Şen çocuk kahkahası” ya da “Çocuk cıvıltısı” olan ama benim nazarımda  “Velet böğürtüsü” veya “P*ç haykırışı” olmaktan ileri geçemeyen, gök gürültüsünden sonra doğadaki en dayanılmaz ses olan, sokakta grup halinde oynayan çeşitli yaşlara sahip çocukların çıkardığı seslerdir.

Sene kaç bilmiyorum ama ilkokul çağındayım. Şimdi düşünüyorum da, bu bir çocuğun en iğrenç yaş dönemi olmalı. 10 kişiye yakın bir arkadaş grubuyduk, hatta kitleydik, daha doğrusu çeteydik. Çocuk grupları için en uygun tanım bu olmalı, çete. Bir de Başak Teyze vardı, eski TRT spikerlerinden. Belli bir yaşa sahip yetişkinlerin çoğu aslında ismen bilir kendisini de soyadını yazmayacağım. Ne zaman onun evinin önünden geçsek, orada bir oyun ya da bir aktivite başlatsak suratında nefret dolu bir ifadeyle çıkıp “Herkes kendi kapısının önünde oynasın, hadi dağılın. Yeter be!” diye bağırırdı.

Herkesin kendi kapısının önünde oynaması demek herkesin tek başına oynaması demek! Başak Teyze bizim karşıda otururdu. “Burası benim kapımın önü” dediğimde de “Git başkasının kapısında oyna o zaman.” derdi. Yani uzlaşmak imkansızdı. Ama gündüzleri de cok iyi, güler yüzlü bi teyzeydi. Geceleri o çocuk seslerinde kadın cinnet geçirirdi. Tek geçiren de o değildi zaten. Ben bir onun ismini biliyorum. Yoksa Bir çok hanenin önünden neredeyse taş ve sopa ile kovalanacak kadar rahatsızlık vermişliğimiz vardı.

İşte şimdi anladığım ve bahsettiğim empatiyi yapmama vesile olan duygu bu. Geçen gecelerin birinde saat 23.00 civarı evin arkasındaki sokakta bir grup velet, yani çete ciyak ciyak bağrışıyorlar. Nasıl eğleniyorlar, nasıl mutlular, nasıl gülüyorlar ve haliyle nasıl sinir bozucular anlatamam! Yarım saatten fazla sürdü ses. Uyuduğum da yoktu gerçi ama fark etmez, onların orda olup eğlendiğini bilmek kulağımda iPod bile olsa rahatsız ederdi. Yazlık sitelerde yetişkinlerin çocuk böğürtüsüne neden katlanamadıklarını o an anlamaya başladım.

Başak Teyze ve adını bilmediğim onlarca teyze ile amca, günahınız almışız zamanında. Sorun bizdeymiş. İnsanlıktan çıkmış olanlar bizlemişiz; sizler değil. Geç de olsa verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dilemek isterdim ama o kadar da değil. Eeeh eğleniyorduk işte, çocukla çocuk olmayın siz de !!!

AAA SEN KiLO MU ALDIN-CI TEYZELER

İçinde bulunduğum durumdan dolayı sahil günlükleri konseptine bağlı kalarak devam ediyorum. Çünkü burada insanın gözüne takılan çok şey oluyor. Sahile inerken not defterim mutlaka çantamda. Görmeyi bilen biri için o kadar çok nokta var ki hakkında geyik yapılabilecek…

Mesela kış bitmiştir, bahar geçmiştir. Haliyle bir önceki yazın sonundaki bronz ve sıkı halden eser kalmamıştır (bir çoğumuz için, benim için). Bütün sene boyunca yüzünüzü bile görmemiş site sakini komşu teyzelerin bu olaya yaklaşımları hiç de yaşlarına başlarına yakışır olgunlukta değildir. Daha sezonun ilk selamlaşmasından sonra bazı teyzelerde ikinci cümle önceden bellidir. Kısacası şimdi inceleyeceğimiz yaz mottosu “Aaa sen kilo mu aldın?”. Her zaman derim, bazı olgunlar/yaşlılar gençlerden çok daha terbiyesiz ve düşüncesizler ki hep tersini iddia ederler.

-Sen kilo mu aldın? -Evet, aldım. Geçen kış da almıştım ama yazın fazlasıyla veriyorum. Böylece her yazın sonunda bir önceki yazdan daha da incelmiş oluyorum! Ayrıca olmasam bile, sana ne be kadın, görür görmez söylenecek şey mi bu? Hayvan!

Ben seni gördüğüm zaman “Aaa, morumuşsun!”, “Kaz ayaklarınız bu kış artık at toynağı olmuş.” ya da “Aaa, onlar yaşlılık beni mi?” gibi gerçekleri tüm çıplaklığı ile göz önüne seren cümleler sarfetsem ne hissedersin? Terbiyesiz, der geçip gidersin değil mi? Ama sen yapınca oluyor, sana göre! Sevimsiz…

Bir daha ağzınızdan duyayım o cümleyi, görün bak neler diyeceğim!

15 Temmuz 2010 Perşembe

PLAJLARDA " ANNE BAK! " TERÖRÜ

Kumluk deyip de geçmeyin demiştim alttaki yazının sonuna doğru. En fena yerdir kumluk kıyı bölge. Hatta dalgakıranlı sahillerde "iç taraf” olarak da bilinir. Orası en sevimsiz, en cırtlak sesli ve yüzme bilsin bilmesin ısrarla orada şovuna devam eden AB-çocuklarının olduğu kısımdır. AB, Avrupa Birliği ile alakalı bir kısaltma değil burada. AB’nin açılımı Anne Bak'tır.

Aslında bu cinnetlik AB-çocuklarının yaptıkları şey üstün bir dalıcılık ya da stilli atlayıcılık bilgisi gerektirmemektedir. Yani onları izlemek ve önemsemek için tek bir neden bile yoktur ama suya her koşarak giriş / bodoslama atlayış / embesilleme dalış (ayaklar yere basmasına rağmen sadece kafayı suya daldırıp kolları çırpıştırmak) öncesinde özel mantralarını söylerler: Anne bak! Anne bak! Anne bak! Anne bak! Anne bak! Anne bak!...


Bu adı geçen annenin hemen baktığı görülmüş şey değildir, hatta 5. “Anne Bak!” esnasında öz çocuğunu tanımamazlıktan gelecek kadar yüzsüzleşir. Haklı ama kadın, kim olsa utanır. Sonra 8. “Anne bak!” cırlamasıyla birlikte zavallı kadıncağız pes etmiş bir şekilde gözlerini devirip suratında sahte bir gülümseme ile merakla izliyormuş taklidi yapar. Ama dikkati yanındaki hanım arkadaşının anlattıklarının üzerindedir. Bu yüzden çocuk orda zıplarken alçaktan uçan bir martıya kafayı gömse -şahane- ya da atlayınca direkt kayalık zemine çakılsa -klişe ama kesin çözüm- kadının farketmesi 5 saniye kadar sürebilir :)

Ama bu gibi ihtimaller nedense hiç bir zaman gerçekleşmez ve o canavar AB çocuğu 2 dakika içinde denizden sapasağlam çıkar. Köpek gibi saçını başını sallayarak kendini kurutup çevresindekileri ıslattıktan sonra ritüeline kaldığı yerden devam eder: 

Anne bak! Anne bak! Anne bak! Anne bak!..

PLAJ GERİLLALARI: TERBİYESİZ YAŞLILAR


Sabahları rakiplerinden daha vakitlice gidip en uçtaki şezlogları kim kapacak? Evet, Önümüzdeki pazartesi sabahından itibaren bir kaç haftalığına gün içindeki en büyük derdimin bu olmasını diliyorum!

Bu sene de alt sitenin sevgi ve saygı yoksunu kokoş moruklarına göz açtırmaya niyetim yok! Muhtemelen bir-bir buçuk aydır oradalardır zaten; ama sefa bitti! Püsküllü belaları (ben) savaş alanına geri dönmeye hazırlanıyor. Kendi bölgemi korumak ve maruz kalacağım terbiyesizce üste çıkmaların intikamını almak için yapacaklarım geçen senekiler kadar insaflı olmayacak! Bana ne mi yaptılar? Bilerek rahatsız etmeye çalışıp oradan kaldırmak için türlü şarlatanlıklar.. Önemli olan onların neler yaptığı değil, karşılığında benim neler yaptığım.


Geçen yazdan bir örnek vereyim, hem aklınızda bulunsun; işe yaradığı tarafımca kanıtlanmış bir püskürtme yöntemidir. Öncelikle uğruna savaşılan en uç şezlong bölgesine düşman moruk grubundan çok daha erken gidip, o şezlongların ayaklarına itinayla Cola döktüm. Sonra savaşa bir gün ara vermişcesine bölgeyi izleyebileceğim güvenli uzaklıktaki en yakın şezlonga –tabii yüzde hain bir gülümseme ile- konuçlandım :)

Durumdan habersiz olan kokoş, terbiyesiz ve sevgi ile saygı yoksunu moruk arkadaş grubu gelip şezlongları onlar kapmışcasına sevinerek yayılır da yayılırlar. Ama bilmedikleri bir şey vardır; bu sevinçleri öğlen sıcağı bastırdıkça gittikçe azalıp yerini işkenceye bırakacaktır.
Sıcağın artmasıyla beraber kızışan Cola’nın kokusunu algılayan kıyı şeridi arıları (kısacası b*k ve çöp yiyici arılar) etraflarını sarıp onlara huzur vermezken bendeniz bulunduğum güvenli mesafeden olayı izleyerek neşeme neşe katmaktaydım :)

Tabii fazla dayanamayınca dalgakıran üstü bölgesinden defolup o saate boş şezlongun bulunabildiği tek yer olan kumluk kıyı kısma ikilediler.

Kumluk kısım deyip geçmeyin. Oranın cinneti ayrı. Üstteki yazıda :)

12 Temmuz 2010 Pazartesi

UYUZ OLMADAN GEÇEMEDİĞİM ŞEYLER :)


Dün Facebook'a durum güncellemesi olarak "Bir filmde sık görmeye katlanamadığım 2 şey var; biri köpek, diğeri Jennifer Aniston.." yazmıştım. Sağolsun yaratıcı zekanın değerini bilen arkadaşlarım yine "Bu gibi yazıları cümleleri biriktir bir yerde yazık oluyor" ortak paydasında buluşan fikirlerini sundular. Hak verdim. 

Bu Blog'u biraz da böyle bir arşiv işi için kullanacağım. Mesela bunun gibi ipe sapa gelmez zirzop iletileri yanlarına bunlar gibi bir kaç (belki on) tane ekleyerek yazacağım. Hem yeni fikirler lazım; sürekli Zeyna ve April O'Neill ile geçmiyor Blog :)

Bu durumu ise arkadaşımın bilgisayarında izleyecek film ararken farkettim. Marley and Me / Marley ve Ben isimli filmin klasörünü görünce arkadaşım "Bu nasıldır, nedir; bilir misin?" tadında bir şey sordu. Ben de filmin ne halt olduğunu zamanında sinema.com'da görmüş/okumuş olduğum için o cümleyi sarfettim. Filmde hem Jennifer Aniston var hem de bir köpek. Hatta köpek filmin hikayesinde o kadar ön planda ki afişe bile koymuşlar! Tüylerim diken diken oldu, düşüncesi bile içimi şişirdi. 

Evet, bir filmde sık görmeye katlanamadığım 2 şey varsa; biri köpek, diğeri de Jennifer Aniston'dan başkası olamaz!



Şimdi düşündüm; gündelik yaşamda böyle katlanamadığım daha ne abukluklar var, diye. Doluymuş! Hangilerini seçsem bilemedim! Mesela..

* Filmlerde hayvanların düşüncelerinin duyulması ve düşünceye uygun hiç bir mimiğin seyirci tarafından kaçırılmaması için koca ekranın hayvanın aptal suratıyla kaplanıp durması.. Bir de kahraman köpek olayı var tabii, evlerden uzak!

* Minibüste arkadaki insanın parasını uzatmak. Kardeşim ben kimseye paramı uzattırmıyorum, o yüzden de uzatmayı istememek gibi bir hakkım da vardır elbet!

* Domatesin yemek tabağına ya da salataya kabuğuyla beraber teşrif ettiğini görünce "Ay bunun kabuğunu soymadınız mı? Ben yiyemiyorum daa.." diyerek yüz ekşiten insanlar! Bi kere sırf kabuğu duruyor diye "Bu" dediğin şey aslında bir meyve olan fakat sebzelerle olan dostluğu ve uyumundan dolayı o cemiyette kabul görmüş olan domatesten başkası değil! Ayrıca damak zevkiyle rengiyle alakası yok bunun; domates kabuğuyla yenir, bu kadar!

* Küçük çirkin kız çocuklarının aileleri tarafından baştan aşağı pembe giydirilerek sanki şirin bir şeymiş gibi yutturulmaya çalışılması. Mesela daha o yaştan belli kızın suratında meymenet yok, içindeki kötülük yüzüne vurmuş ciyak ciyak manasızca ağlıyor ama pamuk şeker gibi giydirilmiş. Nafile, yemiyoruz!

* Yeni doğmuş yeğeninin resmini telefonuna duvar kağıdı yapanlar. Sana sevme diyen yok, ama seviyorsan içinden sev. Bir gün kendi çocuğun olursa o zaman onun resmini koyarsın. Bu kadar basit.

*1990 civarında doğmuş, g*tüne boyuna bakmadan elinde tespihle gezen küçük delikanlı(!) cixler. Açıklamaya ihtiyaç bile duymuyorum!

* Salma Hayek. Çekirge, solucan ve kızarmış karınca ile besleniyormuş Allah'ın cezası kadın. Git tuvalete de çıkarttığın lüleyi ye!

* Gereksiz sık ve uzun yaz yağmurları. Doğa Ana'nın sırf kendini göstermek ve şov yapmak amacıyla haddinden yüksek sesli gök gürlemesi ile hacmi dana kadar olan çok sayıda yağmur damlası ile yaptığı gövde gösterisi.. Başka bir şey değil!